Hayata Sürgün - Bölüm 2

Temmuz 20, 2025 - 21:30
Temmuz 20, 2025 - 21:51
 7  649
Hayata Sürgün - Bölüm 2

Yol kenarındaki eski bir kafede, Alkan her zamanki yerine oturmuş, kahvesini yudumluyordu. Bakışları, sürekli olarak elindeki telefona kayıyordu. Cemal’in bahsettiği örgüt elemanına dair bilgilerin e-posta yoluyla gelmesini bekliyordu. Beklerken, kafeden dışarıya göz gezdirdi. Kaldırımda yürüyen insanları izlemeye başladı. Herkes bir telaş içindeydi; kimi adımlarını hızlandırıyor, kimi gözlerini telefondan kaldırmıyordu. Sanki herkes bir şeyin peşindeydi ama neyin, belli değildi.

Tam o anda, küçük bir erkek çocuğu dikkatini çekti. Annesinin elinden tutmuş, ayağındaki ışıklı spor ayakkabılarla sekerek yürüyordu. Alkan'ın yüzünde önce hafif bir tebessüm belirdi, ardından bu tebessüm, yavaş yavaş silindi. O an, zihninde eski bir anı canlandı. Hüzün, kahvesine eşlik etti.


Yıllar öncesine, çocukluğuna gitti zihni. Bir akşamüstüydü. Sokakta oyun oynarken, komşu çocuklarının ayakkabılarındaki renkli ışıkları görünce büyülenmişti. Gözleri, o ışıklı ayakkabılara takılı kalmış, derin bir iç çekmişti.

“Keşke benim de olsa…” demişti fısıltıyla. İçinden geçen dileği gerçekleştirmek için koşarak eve gitmişti. Eski tahta kapının el şeklindeki tokmağını heyecanla vurdu. Kapıyı açan annesi, biraz öfkeli bir ses tonuyla çıkıştı:

“Yavaş olsana oğlum, kapıyı kıracaksın!”

Alkan biraz mahcup, biraz da heyecanlı gözlerle annesine bakıp özür diledi. Oturma odasına geçip kendini kanepenin üzerine bıraktı. Annesi ise sakin bir şekilde başladığı örgüsüne devam etti. Alkan, önce annesinin ellerine, sonra yüzüne baktı. Kızgınlığının geçip geçmediğini anlamaya çalıştı.

“Anne, sana bir şey sorabilir miyim?”
“Sor bakalım.”
“Babamdan bana ışıklı ayakkabı almasını isteyebilir misin?”
“Daha yeni ayakkabı aldık ya oğlum.”
“Ama onlar ışıklı değil ki!”
“Işıklı ayakkabıyı ne yapacaksın oğlum, hem onlar çok pahalıdır şimdi.”
“Ama anne lütfen! Mahallede birçok çocuğun var, ben de istiyorum!”
“İleride büyürsün, çalışır, kazanırsın. Kendin alırsın oğlum.”

Alkan, annesinin sözleri karşısında büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Gözleri doldu, dudakları titredi. Sonra da bağırmaya başladı:

“Banane ya! Bir ışıklı ayakkabı bile alamıyorsunuz bana!”

İsyan dolu sözlerini ardı ardına sıralarken, annesinin sessizce ağlamaya başladığını fark etti. O an susup dondu kaldı. İçini bir pişmanlık kapladı. Hemen koşup annesine sarıldı:

“Özür dilerim anne! Dünyanın bütün ışıklarına değişmem seni. Ağlama ne olur...”

Annesi de gözyaşlarını tutamamıştı. Oğluna sarıldı, saçlarını okşadı. Sözler yerine sarılmalar konuştu o gece.


Bir e-posta bildirimiyle anılarından sıyrıldı Alkan. Beklediği mesaj gelmişti. Kahvesi bitmiş, garson kız boş fincanı almaya gelmişti.

“Başka bir isteğiniz var mı?” diye sordu.

“Bir kahve daha rica edebilir miyim?”
“Tabii ki.”

Garson uzaklaşırken Alkan telefonuna gömüldü. Gelen e-posta detaylıydı. Örgüt üyesiyle ilgili bilgiler, adı, yaşı, dağ kadrosundaki faaliyetleri... 1992’deki Taşdelen Karakolu saldırısında da bulunduğu bilgisine göz gezdirince, öfkeyle mırıldandı:

“Şerefsiz…”

Kısa bir süre sonra ikinci kahvesi geldi. Garsona teşekkür etti, sonra yeniden dosyaya döndü. Örgütteki kod adı "Jiyan" olan bu adamın gerçek adı Şamil Enzar’dı. Son bilgilerde, Ankara’nın Yenidoğan semtinde görüldüğü yazıyordu.

Alkan, hemen kafasında bir plan yapmaya başladı. Mahalleye sızmak, kendini alıcı gibi tanıtmak, torbacılarla yakınlık kurmak… Bu işler için kullanabileceği muhbirler vardı ama bu yol pek içine sinmemişti. “B planı” olarak bir kenarda dursun diye düşündü. Telefon rehberinden Salih’in numarasını buldu, aradı.

Telefon birkaç kez çaldıktan sonra Salih’in yorgun sesi geldi:

“Efendim kral?”
“Hayırdır oğlum, güzellik uykusuna mı yatmıştın?”
“Yok be kral. 45 saattir ayaktayım, yeni geldim eve.”
“Dağlıca meselesiyle mi uğraşıyorsunuz hâlâ?”
“Aynen, bitmedi gitti.”
“Biter biter. Ben seni başka bir mesele için aradım. Jiyan için.”
“Hâlâ hayalet gibi dolaşıyor. Bir türlü denk getiremedik herifi.”
“Bu sefer denk gelecek. Elimizde bilgi var. Şu anki adresine kadar.”
“Harbi mi?”
“En harbisinden.”
“Operasyon ne zaman?”
“Planı kuruyorum. Senden sadece bir şey istiyorum. Yenidoğan’da tanıdığın, sağlam biri var mı?”
“Var kral. Orada doğmuş büyümüş bir çocuk var. Adı Erkan. Sağlamdır. Sana numarasını atarım.”

Kahvesinden son bir yudum alan Alkan, garsona bahşişi masada bırakıp hesabı ödedi. Hedefine ulaşmak için yapması gereken ilk şey, Erkan’la temasa geçmekti. Ancak bu konuşma, kendi hattından yapılacak kadar sıradan bir mesele değildi. Cebinde taşıdığı eski bir Telekom kartı vardı hâlâ. Arada sırada “gölge gibi kalmak” gerektiğinde kullanırdı.

Aracına binip hareket etti. Kısa bir süre sonra gözleri yol kenarındaki bir telefon kulübesine takıldı. Aracını uygun bir yere park etti, dörtlüleri yaktı. Salih’in az önce gönderdiği mesajı açtı. Numaranın tümünü ezberleyip, mesajı hemen sildi. Sokağı izledi, bir tehdit olmadığından emin olunca kulübeye yöneldi. Cüzdanından kartı çıkarıp yuvaya yerleştirdi ve numarayı çevirdi.

Telefon birkaç kez çaldı. Karşıdaki ses, tanımadığı bir numaradan gelen aramaya temkinliydi.

“Kimsiniz?”

“Seyrantepeli Salih’in arkadaşıyım,” dedi Alkan. “Bir mesele var. Yardımcı olur musun?”

“Mesele nedir?”

“Yüz yüze konuşmalıyız. Merak etme, zarar gelmez benden.”

Cevap, bir kahkahayla geldi.

“Zarar mı? Korkmak mı? Koçum… Anlaşılan Salih Komutan beni tam tanıtmamış. Adresi vereyim, orada konuşuruz.”

Alkan, karşısındakinin kaba hitabına alttan alta sinirlense de bunu belli etmedi. “Ver bakalım yiğidim,” deyip adresi aldı ve hemen aracına geri döndü. Navigasyon uygulamasına adresi yazdı. Ankara trafiğinde yol almak kolay değildi ama alışkındı.

Yaklaşık kırk beş dakika süren yolculuktan sonra verilen adrese vardı. Köşe başında bir mahalle bakkalı vardı. İçeriye girdiğinde beş altı genç içerideydi. Kimisi sakız çiğniyor, kimisi tezgâhın yanında boş boş oyalanıyordu.

“Selamünaleyküm ağalar,” dedi Alkan, kendinden emin bir ses tonuyla.

Ve aleyküm selam,” dediler topluca.

Alkan kısa bir göz taraması yaptı. Hepsi farklı tarzda ama ortak bir “gölgede büyümüş” hali vardı üstlerinde. İçlerinden birine döndü:

“Erkan kardeşi aramıştım. Ben Alkan. Bir saat kadar önce telefonda konuşmuştuk.”

İçlerinden uzun boylu, dövmeleri boynuna kadar çıkan biri elini kaldırdı.

“Benim,” dedi, alaycı bir tebessümle. “Ne istemiştin?”

Alkan, adamın tavrından pek hoşlanmamıştı. Yine de soğukkanlıydı. Kaşlarını hafifçe çatarak sordu:

“Yalnız konuşabilir miyiz kardeş? Mevzu biraz gizli sayılır.”

İçeridekiler hafifçe güldü. Erkan gözlerini Alkan’a çevirdi:

“Aramızda gizli yoktur gardaş. De hele sen bir derdini.”

Alkan derin bir nefes aldı. Ses tonunu biraz daha ciddileştirdi.

“Seyrantepeli Salih yönlendirdiğini söylemiştim. O yüzden sana düşen varsa, Salih’in hatırı için bana yardım edersin. Yoksa, ‘kusura bakma’ dersin, ben de giderim. Kırk katırı hizmetime sunacak mısın, yoksa kırk satırı mı dayayacaksın boynuma?”

Bu sözler ortamın havasını değiştirdi. İçerdeki gençlerin gülümsemeleri silindi. Erkan ciddileşmişti.

“Salih Komutan candır,” dedi. “Gönderdiği misafirse baş tacıdır. Kırk katır da hizmetine, kırk satır da emrine. Yalnız şunu bil, buradakiler de benim yoldaşımdır. Birlikteyiz. Meseleyi bilmeleri faydamıza olur. Buradan laf çıkmaz ağa, rahat ol.”

Alkan, güven verircesine başını salladı. “Eyvallah ağa,” deyip doğrudan konuya girdi:

“Şamil Enzar. Namıdiğer Jiyan kod adlı hain lazım bana.”

Bu isim ortamı bir anda buz gibi yaptı. Erkan ve tayfası birbirlerine bakıp sessizce öfkelendiler.

“Bu şerefsiz tekrar mı geldi buralara?” dedi Erkan, dişlerini sıkarcasına.

“Evet. Son bilgiler o yönde. Sizin de bir hesabınız varsa, birlikte halledebiliriz.”

Erkan, sinirini bastırıp zoraki bir tebessümle baktı Alkan’a:

“Az kazık yemedik piyasada ondan ve yanındakilerden. Küçük bir hesabımız var. Madem sana da lazım… Hem hesabı kapatırız, hem dostlara iyiliğimiz dokunur.”

Alkan başını salladı, sonra merakla sordu:

“Bu arada, Salih’i nereden tanırsın Erkan kardeş?”

Gülümsedi Erkan. O gülümsemenin altında hem hüzün hem saygı vardı.

“Ona can borcum var. Gabar’dan tanırım.”

“Asker miydin?”

“Evet. Şırnak’ta onbaşıydım. Bir gece devriyesinde pusuya düştük. Sonra sizin aslanlar geldi. Gecenin karanlığında ateş olup yağdılar şerefsizlerin üstüne. Erzaklarından paylaştılar bizimle. Orada tanıdım Salih Komutan’ı. Adam gibi adamdır. Buralarda adam olanın kıymeti silinmez kolay kolay. O yüzden içini rahat tut. Birkaç saate o şerefsizin yerini elinde bil.
Gerekirse, desteğe de hazırız.”

Alkan’ın yüzüne hafif bir tebessüm yayıldı. Elini uzattı:

“Eyvallah Erkan gardaş.”

Erkan da o eli sıkıca kavradı:

“Eyvallah Alkan kardeş.”

Ardından bakkaldaki sobanın yanına geçtiler. Kendilerine birer çay dolduruldu. Alkan, Erkan’ın gönderdiği adamların getireceği bilgileri beklerken, Ankara’nın kirli ama yürekli sokaklarından birinde yeni bir dost daha edinmişti.

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

ɮʊʀǟӄ Beni bende yaşaman lazım, dilediğin zaman gidersin. Ama adım gibi biliyorum! Bir tanısan çok seversin...